Bir süre yazı /yorum yok sevgili dostlar.. Yine bir ispat endişesi belki.. varsın olsun bu da benim zaafım belki de..
Sanıldığı gibi buraya yazılanlardan tuhaf bir tatmin filan sağlamıyordum.. Yada her ne sanılıyorsa.. Neyse..
Yine de mutlaka söylemeliyim dediğiniz bir şey olursa
layya.layya@gmail.com
dan ulaşabilirsiniz..


15 Haziran 2009 Pazartesi

yargılayıcılar..


Nice kez, hata işleyen biri hakkında,sanki o sizden biri değilmiş de bir yabancı ve dünyanıza başka yerlerden gelme birisiymiş gibi konuştuğunuzu duymuşumdur.
Oysa ben diyorum ki: Nasıl en kutlu ve en doğru bile sizlerin her birisinin içindeki Yücelik’ten daha yüce değilse,
En kötü ve en alçak de yine her birinizin içindeki o Alçaklık’tan daha alçağa erişemez.
Nasıl ki bir yaprak, tüm ağacın sessiz bilgisi olmadan sararamazsa,
Hata işleyen de sizlerin tümünün gizli isteği ve onayı olmadan hata işleyemez.
Tıpkı bir sürecin kendi başına ilerleyişi gibi, sizler de hep birlikte tanrısal benliğinize doğru ilerliyorsunuz.
Bu ilerleyişte yol da yolcu da sizlersiniz.
Aranızdan biri tökezler de düşerse,arkasından gelenler için düşmüş demektir; onun ayağına takılan taş arkasındakilere uyarı olmalıdır.
Aynı şekilde, düşen, önde sağlam ve hızlı adımlarla yürüyenler için de düşmüş demektir.;çünkü onlar geçip giderken taşı bir kenara itmemişlerdir.
Belki yüreklerinize ağırlık verecek ama, şunları da söyleyeceğim;
Öldürülen, kendi ölümünden dolayı sorumsuz değildir.
Ve soyulan, soyguna uğradığı için suçsuz değildir.
Doğru olan, kötünün yapıp ettiklerine bakılarak masum sayılamaz.
Zalim zulmünü işletirken, Ak-ellilerin elleri temiz olamaz.
Evet, suç işleyen kimse çoğu kez yaraladığının kurbanıdır
Dahası; mahkum kılınmış olan, suçsuz ve günahsızların yük taşıyıcısıdır.
Haklıyı haksızdan,iyiyi kötüden ayırt edemezsiniz;
........
ve ey siz doğruluktan yana olması gereken yargıçlar,
dış görünüşüyle dürüst fakat ruhen hırsız biri için nasıl bir ceza düşünürsünüz?
Gövdesiyle katil, ruhuyla kurban olan birisi için hangi cezayı uygun görürsünüz?
Olay sırasında hain ve saldırgan davranmış olan, bir o kadar da incitilmiş ve öfkelendirilmiş olan birini nasıl sorguya çekersiniz?
Sonra,çektiği pişmanlık yaptığı hatalardan kat be kat yüksek olanları nasıl cezalandırırsınız?
Hem pişmanlığı tattırmak sizlerin hizmet edebilmeye uğraştığınız kanunun öngördüğü Adalet’in hedefi değil midir?
Buna rağmen sizler, ne masumların yüreklerine pişmanlık sokabilecek, ne de suçluların yüreğindeki pişmanlığı söküp atabilecek durumdasınız.
Gece oldu mu,pişmanlık çağırılmadan çıkagelir ve insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar ister.
Ve ey adaleti tanıması gereken sizler,yapılan işlere tüm aydınlık altında bakamadıkça, onları anlayabilir misiniz?

Ayakta dimdik duranla, yere düşmüş olanın, cüce-benliğinizin gecesiyle tanrısal-benliğinizin gündüzü arasındaki alacakaranlıkta bekleyen aynı adam olduğunu bilmenizden sonradır ki,
Tapınaktaki köşe-taşının, yapının temelindeki en alt taştan daha yüce olmadığını ancak anlayabilirsiniz.


H.C

layya-ilk

neden mi Layya???
...........


gülhane parkında uçurduğum kuş 
ürktü de konmadı dalına layya 
lâl oldum görmedin bak olan olmuş 
aç ruhunu bir bak falına layya 
yağmurun farkında uçurduğum kuş  
çıldırma salına salına layya 
atarım kendimi kapanmaz kuyu 
yazılar yazılır alına layya 
efsanem sonunda böler uykuyu 
gizlenir gözyaşın salına layya  
istanbul göğünde bir hayal layya 
limanda kimsesiz öyle kal layya


doğum


Gün doğmadan neler doğar..
..........

Sancı..

Kürtaj değil..

Düşük..

Ölü doğumlar sonrası bitkinlik...




14 Haziran 2009 Pazar

Özlemek böyle birşey olmalı..


Mutfak penceresinden dışarı bakıyorum.. Karşımda yeşile bürünmüş dağlar.. Dağların bir kabahati yok biliyorum.. Ama elimdeki tek günah keçisi onlar şuanda.. "iki dağın arasında galmışam" diyen türkü geliyor aklıma.. Sözlerini bile tam olarak bilmediğim bu türküde neyin nesi şimdi..
Yağmur yağıyor.. Tam zamanıdır.. Sırdaş damlalar düşüyor.. Balkona koşuyorum.. Parmaklarımın arasında yarenim, sigaram.. Yüzümü kaldırıyorum bulutlara.. Sırdaş damlalar sessizce alıp kendininkilere katıyor yaşlarımı.. Susuyoruz.."Neden sevdiklerim, yanında olmayı yada yanımda olmasını istediklerim çok uzakta " diye soruyorum kendime. Verdiğim cevabı duymaya tahammülüm yok.. Yorgunum..
Seni özledim.. Çok özledim hem de.. Ve biliyor musun ordan ayrılırken kimleri en çok özleyeceğim sorusunda, ilk aklıma gelen isim hiç bir zaman sen olmamıştın.. Ama bu sabah.. Seni, en çok seni özledim işte.. Ellerini , gözlerini.. Özledim işte.. Boşver..
Sen..
Bir "nasılsın" sorusu ile onlarca soruyu özetleyebilen.. Sen, söylemedikleri gözlerimden okuyabildiğine inandığım.. Sen.. en az konuşan, en az yorum yapan, ama en çok anlayan, en çok anlatan .. seni özledim bu sabah..
Pazar öğlen uykularımızı hatırladın mı? Hani ben yatardım, hani sen belime sarılırdın.. Yahut tam tersi.. O günlerden yadigardır bana, sırtımı bir göğse yaslamak arzusu.. Çünkü o an, dünya devrilse yanında seni kurtaracak, seni her beladan korayacak süper bir kahramanın vardır.. Acıdır.. Seninle uyumak istiyorum diyen kaç kişiye sırtımı göğsüne yaslayabilir miyim diye sordum bilsen? Ve bir bilsen kaç tanesi muradımı kestirebildi? Hiç.. Koca bir hiç.. senden başka kimsenin göğsüne sırtımı yaslayamadım ben.. Göğsüne yaslanmayı özledim..
Kaç yaşındaydım, saçlarımı okşadığında.. Kaç yaşındaydım saçlarımı okşayıp, "bu okşayışı sakın unutma, bir daha hiç bir erkek bu saçları böyle okşayamayacak " dediğinde.. yıllar geçmiş.. kocaman yıllar.. yılların seni her defasında haklı çıkarması ne garip.. Saçlarımı okşayışını özledim..
Şimdi gelsem, gelebilsem diyorum yanına.. olmaz ya işte gelsebilsem hatta kalabilsem yanında.. Sen gidip Karaköyden balık alsan.. Ben gittikten sonra evdekilerin yapmamak için bin bir bahane uydurduğu mis gibi bir balık kızartması yapam sana .. Yanında şöyle güzel bir salata.. Yağı az, limonu bol olanından.. Otursak karşılıklı.. Kendine bir rakı açsan.. Bana da eskisi gibi şarap almış olsan.. yok, yok bu gün ben de seninle karşılıklı rakı içsem.. ama susuz olacak. Sen yine kendininkinden bir kibrit çöpü kadar bile olsa, daha az koysan rakıyı kadehime.. Bakışsak.. Hatta kimse olmasa.. Sadece sen olsan bir de ben.. Sussak.. Özledim..
İkinci kadehten sonra, pikabı çalıştırsan sen.. En sevdiğimiz şarkıları dinlesek.. sen efkar yapsan.. eşlik etsen.. Ben ,senin sesinin ne kadar güzel olduğunu düşünsem bir daha.. Sonra "gel yanıma desen".. Balıklı ellerinle okşasan saçlarımı.. Başımı yüzüne sürsem.. İkimizin de gözleri dolsa ama hiç bir şey konuşmasak..
Sonra plak bitse.. Göz göze gelsek.. Anlaşsak yine her zamanki gibi bakışarak,aynı anda başlasak usul usul söylemeye o senden bana kalan en güzel şarkıyı.. Ağlasak ikimizde kendi geçen yıllarımıza..
"Dîlşad olacak diye kaç yıl avuttu felek
Saçıma karlar yağdı boşuna yaz beklemek.
Ne bülbül dile geldi ,ne de açtı bir çiçek
Saçıma karlar yağdı boşuna yaz beklemek."

Rakımız bitse.. Bir de kahve yapsam sana, az şekerli kahvesi az, iyice kaynamış olanından..
Sigaramı yakarken "eşşekoğlu eşşek" desenyine bana.. Ben gülsem yine muzipçe..
Sonra, uzansak, o artık olmayan divanımıza.. Ben yatsam, sen belime sarılsan.. sırtımı göğsüne yaslasam.. Uyusam.. Uyusak...

Seni çok özledim baba.. Çok özledim..


13 Haziran 2009 Cumartesi

HÂL


Kollarından ters istikametlere doğru çekilen ve parçalanma acısı içinde kıvranan bir esirim..

Üstelik, hiç bir kolumu feda edemeyecek kadar da sefil...

Sus!!!

Hiç birşey söyleme...

Biliyorum..

vuslat



Tüm zıtlıklar ruhumda vuslata ermiş gibi..




düğüm


Dışından içine doğru uzanan ellere ruhunu uzattı her defasında.. Ellerin ruhundaki "lanet" adını verdiği düğimi çözebileceğini umut ederek..Eller, çözmek bir yana dursun daha da düğüm ettiler ruhunu.. Bir fısılıtı.. Uykuyla uyanıklık arası.. "Çözmek..Ellerin elinde değil.. Çözmek..Ellerin dilinde"

Oturdu.. Elindeki terden sırıl sıklam olmuş kağıt parçasına birşeyler karaladı..

HUMSEN
UUMUNİ
RHÇÖDN
ÜURZÜ.
NÜMÜG.
.

Ayağa kalktı.. Kağıdın rüzgarın koluna girip savruluşunu izledi..

Artık yapması gereken tek şeyin beklemek olduğundan emindi..
Yazdığı cümleyi okuyabilecek birini beklemek..